28 Şubat 2013 Perşembe

Beyoğlu sergi turu

Vee Şubat'ın son günü... 
Geçen hafta sonunun (16 Şubat) etkinliği, ne zamandır görmek istediğimiz sergilerdi. Hepsi Beyoğlu'nda olunca, bir güne boncuk gibi peşpeşe dizdik. Pera Müzesi, Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi ve Salt Beyoğlu... Bünyenin müzeye doyduğu güzel bir hafta sonuydu.

İlk durak, Pera Müzesi'ndeki Nickolas Muray sergisiydi.  Macar fotoğrafçı, cebinde birkaç dolar, dilinde birkaç İngilizce kelimeyle Amerika'ya gelmiş. Broadway sanatçılarını fotoğraflayıp ünlenen Muray, ilk doğal renkli fotoğrafı çekmesiyle tarihe geçmiş. Eskiden elle boyanarak renklendirilen fotoğraflar, sayesinde gerçek rengiyle basılmaya başlamış.

Frida & Nickolas
Dansçıları, oyuncuları fotoğraflamış; Camel, Coca Cola gibi birçok markanın da reklam fotoğraflarını çekmiş. Frida Kahlo, portresini çektiği ve aşk yaşadığı kadınlar arasında hayatında en çok iz bırakanı. Bilinen birçok Frida portresi onun objektifinden. (Altta, gözünde çerçeve olansa benim objektifimden, sergi ortamı; parlayan camlar, agh...)

 
Frida'nın Diego'dan vazgeçmeyeceğini anladığında ilişkileri sona ermiş. Serginin neredeyse bir katı Frida fotoğraflarından oluşuyordu. İşin fenası, Diego ile Frida'nın samimi fotoğraflarını da çekmiş Muray. Acı da çekmiş olmalı...

Diego & Frida
Nickolas Muray sergisi, 21 Nisan'a kadar Pera Müzesi'nde...

İkinci durak, Yapı Kredi Kültür Merkezi'ndeki "Nazım 111 yaşında, Alnımın Çizgilerindesin Memleketim" sergisi. Bu, daha duygusal bir sergiydi. Türkiye'den ayrıldığı 1951'den, 1963'teki ölümüne kadar  yurtdışında geçirdiği yılların hasret dolu fotoğraflarından oluşuyordu.Rusya'daki arşivlerden getirilen, daha önce bilinmeyenler de dahil. Plakları, kitapları, kartpostalları...


Girişte ise bir dilek ağacına, küçük Japon kızı Sadako'nun yaptığı gibi dileğiniz gerçekleşsin diye hazırladığınız turna kuşlarını asıyorsunuz. Ben birini ağaca asıp diğerini de anı olarak defterimin arasında sakladım.

 0001.jpg


Hüzünlü bir sergiydi. Memleket hasretiyle yanan Nazım'ın bazı fotoğrafları gülümsetirken, bazıları da iç burkuyor. Sergi 31 Mart'a kadar Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde...

Ve 3. durak, Salt Beyoğlu..."Duvar Resminden Korkuyorlar" sergisi. 12 Eylül öncesinden parçalanan heykeller, boya dökülerek tahrip edilen duvar resimler... Gazete-dergi haberlerinin ağırlıkta olduğu bu sergi, 21  Nisan'a dek açık.

27 Şubat 2013 Çarşamba

Skyfall

Oscar filmlerinden Skyfall'u izledik dün akşam. Bond serisinin 50. yılı şerefine. Normalde "Amaan erkek filmi" kategorisine almayıp mırın-kırın etmeden izlediğim ender patlamalı-çatlamalı filmlerdendir bu seri. Severim. Bond karizması.

Skyfall'u da sevdim. Başındaki İstanbul sahneleri için epeyce gürültü kopmuştu yurdum medyasında. Kapalıçarşı'nın çatılarında motorsikletle gitmeler, sebze tezgahlarını devirmeler vs vs.

Amerikan/İngiliz filmi klişesi olarak burada da Türkiye'yi Arap ülkesi olarak göstermekten yüksünmemişler. Fonda Arap müziği vs... Ben daha çok İskoçya sahnelerini beğendim. Kötü adam Javier Bardem'i sevdim. Film heyecanlı. Sahneler güzel. Acıdım ama 007'ye, yeter bu ka ıstırap hüzün... Hiç beklemediğim bombaya da üzüldüm. Neyse, daha fazla spoiler vermeyeyim!

James Bond müziklerinden daha önce bahsetmiştim, Chris Cornell'ın Casino Royale'de söylediği "You Know My Name"i tek geçerim ama bu filmin tema müziği/şarkısı da güzeldi. Adele yazıp söylüyor.

"Bebek de yaparım kariyer de" insanı olarak, Grammy'leri topladıktan sonra Skyfall şarkısıyla da En İyi Film Müziği Oscar'ını da kucakladı. iTunes'da koştuğu rekordan belliymiş Oscar'ın gelişi.

Mehmet Tez'in dediği gibi belki de "En iyi solo pop performansı ödülünün adı Adele ödülü olarak değiştirilmelidir. Zira önümüzdeki yıllarda da bu alanda ödülü kendisinin alması muhtemeldir."

Bir daha çal Sam...

26 Şubat 2013 Salı

Oscar da geldi geçti

Oscar törenlerini Pazar gecesi izleyemedim, malum 3 saat sonra işe gitmek üzere kalkmak filan gerekiyor. Dün akşamki tekrarları izledim, dikkatimi ilk çeken sunucunun zevzekliği oldu. Seth MacFarlane, Family Guy'ı yaratmışsın; pek hoş pek güzel de, Oscar sunuculuğuna hiç girmeseydin keşke.

"Göğüslerini gördüm" isimli bayağı eseri seslendirdiğinde, adı geçen her aktrisin suratındaki dehşet ifadesi çok açıktı. Sonrasındaki "gay korosu" kısmı ise ayrı bir rezalet. Aynı anda hem kadınları hem de eşcinselleri aşağılamayı başardın, bravo! Cinsiyetçi ve homofobik tavrından ötürü en sivri Oscar sana gelsin.

Gerçekten banal, aptalca ve aşağılayıcıydı. Komedinin derin, felsefi olması her zaman beklenen bir şey değildir ama bu kadar banali de zavallıca.

Jennifer Lawrence'ın "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü almasına sevindim ama şaşırdım. Çünkü şahane bir performans değildi "Silver Linings Playbook"taki rolü. Film sevimliydi, hoştu; beğendim ama Oscar'lık bir pırıltı göremedim açıkçası. Gerçi Oscar'ların sinemayla ilgili olduğunu düşünmüyorum ne zamandır.

Ama elbisesi güzelmiş, şıklık mühim şey. Merdivene kapaklanması unutulmazlar arasına girdi, neyse ki "artist" Jean Dujardin centilmence koşup paspas gibi serilmiş kızcağızı kaldırdı yerden.


Ah, Charlize Theron! Saçını sıfıra vurdurunca da güzelsin, kuğu gibisin... Beğeniyoruz maaile. Zarif dansını da takdir ettik. İnsan güzel olunca...



Ödül alan filmlerden "Argo" ve "Lincoln"ü izlemedim ama Daniel Day Lewis'e şaşırmadım, zira kendisi ayak parmağıyla bile şahane rol yapabilen bir insan. (Ödül almasa da ödül veren) Merly Streep olmaya doğru giderse üzülebiliriz belki.  

(Ama konuşmasında kendisine ödülünü veren Merly ablaya espri yapması, karısından sevgiyle bahsetmesi hoşuma gitti. Espri yapmasına şaşırdım adamın!) Christoph Waltz ise yıllardır bir yerde saklanıyordu da, sonrasında Oscar almaya aramıza geldi sanki.

İzlediğim ve sevdiğim filmlerden "Brave" ile "Life of Pi"nin ödül almasına sevindim. Ang Lee şahane bir yönetmen. Ama "Zero Dark Thirty", "Argo", "The Hurt Locker" tarzı filmlerden hakkaten sıkıldım.  Yeter bu ka kahramanlık. Zaten first leydiyle kaküllerini de kaçırdım.

Adele ile  Kristin Chenoweth'in yan yana haline sesli gülmüş olabilirim, ehm...

"Amour"u izlemeyi çok istiyorum ama yüreğim kaldırır mı emin değilim. "Les Miserables" ise müzikal sevmediğimden izlenecekler listeme girmeyebilir. Eh, bu da benim ayıbım. İnsan Hugh Jackman hatırına izler.

Bahar geliyor!

Baharın gelmesinden, cemrelerin peşpeşe düşmesinden ziyadesiyle memnunum. Yağmurdan, çamurdan, kara bulutlardan sıtkım sıyrılmıştı.

Bünyem ise her gün spora gitmeye artık alıştı, ağrıyıp sızlayarak tepki vermeyi bıraktı. Hafta sonunu iple çekiyorum, memleket yollarına düşeceğiz. Bir arkadaşım da bize katılacak, cuma gelsin diye bekler oldum.

Peki bu hafta geçer mi? Bence hava böyle güneşli olursa su gibi geçer... Ofisteki depremleri bile umursamam, o derece. Güneş enerjisiyle çalışıyorum ben, kötü niyetlileri bile bertaraf edebiliyor; hastasıyım.

 Kedilerden de anlaşılabiliyor baharın gelişi. Bkz. kedi ağacı.

14 Şubat 2013 Perşembe

Valentine?

Kırmızı güller, kırmızı balonlar, kırmızı kalpli yastıklar, kırmızı kalpli pastalar, kalp tutan peluş ayıcıklar vs aşkına! Öyh!

Pi


Yeryüzünde cennet varsa eğer, burasıdır diye düşündüm. (Krabi-Tayland) Bu adayı görünce aklıma geldi yine, "Life of Pi"yi izledik dün akşam. Çok beğendik. Sinemadan çıkarken "Bu film değil, başka bir şey" diye mırıldanıyordum... Ang Lee, çok acayip bir insansın. Kitabı yazan Yann Martel, sen de öyle. Görsel şölen diyeceğim, yavan kalacak.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Hachiko

Hayvanların insanlara bağlılığıyla ilgili hikayeler beni her seferinde duygulandırıyor. Pek sevdiğim, gerçek bir olaydan esinlenilen "Kızıl Köpek" filmi de böyle bir hikaye anlatır.

Avustralya'da bir maden kasabasında geçen hikayede, sahibine düşkünlüğüyle kahraman olup da heykeli dikilmiş bir köpekten söz edilir. Normalde kimseye yüz vermezken sahibine tutkun, o öldükten sonra günler haftalarca sahibini bekleyen, her yerde onu arayıp en sonunda mezarını bulan, tüm kasabanın sevgilisi olmuş bir köpekten...

 

Alttaki de, heykeli dikilen başka bir köpeğin duygulu öyküsü. Bu sefer ülke, Japonya.

1924 yılında Tokyo Üniversitesi’nde görev yapan Japon profesör Hidesabura Ueno, kendine tren istasyonunda bulduğu küçük bir köpek yavrusu edindi. Profesör Ueno köpeğine, Japoncada “sekiz tane” anlamına gelen Hachiko adını koydu.

Safkan Akita cinsi beyaz bir erkek olan Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya yürüyen sahibine eşlik etti. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde metronun çıkışında Hachiko’yu kendisini beklerken gördü profesör ve çok şaşırdı. Bu akıllı köpek sahibinin eve dönüş saatlerini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek metronun önüne gitmişti.

Ondan sonraki bir yıl boyunca her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam iş çıkışında da metronun önünde karşıladı. Saatini hiç şaşırmadı.

Ama bir akşam profesör metrodan çıkmadı. Hachiko gözleri metronun kapısında, gece boyunca bekledi.

Bir sonraki akşam profesör yine yoktu. Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı.

Çünkü profesör üniversitede kalp krizi geçirip ölmüştü.

Hachiko her akşam sahibim metrodan çıkar diye inatla bekledi. Haftalar, aylar, yıllar boyunca her akşam Tokyo metrosunun  Shibuya İstasyonu'nun kapısına gitti. Tam 10 yıl boyunca.

Hachiko 12 yaşındayken metronun kapısında öldü.

Bugün Tokyo’ya gidenlerin Shibuya İstasyonu'nun kapısında karşılaştığı köpek heykeli Hachiko’dur.

Japonlar, sadakat ve insan hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra 10 yıl boyunca sahibini beklediği yere Hachiko’nun heykelini diktiler.


Filmi de varmış
 
 
Yazı için kaynak

12 Şubat 2013 Salı

Dans zamanı geliyor!

Kadına şiddeti protesto etmek için dans etmeye 2 gün kaldı! One Billion Rising hakkındaki ayrıntılarıı burada yazmıştım. Bir şeyleri kıpırdatabilmek için bir adım bile değerli.

14 ŞUBAT
SAAT 19:00’DA KADIKÖY
HALDUN TANER TİYATROSU
ÖNÜNDE BULUŞUYORUZ VE
20:30’DA CAFERAĞA
SPOR SALONUNA
DEVAM EDİYORUZ.

 
"Dünyada her üç kadından biri, hayatında bir kere şiddet görüyor ya da tecavüze uğruyor."
"Bir milyar kadının haklarının ihlal edilmesi gaddarlıktır."
"Bir milyar kadının dans etmesi devrimdir."

Web
Facebook
Web TR 

Siz de paylaşıp katılımı artırmak, bu çığlık içinde bir ses olmak için destekleyebilirsiniz.


 


İstanbul için gazetelerde yayınlanan ilan da aşağıda.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Pastoral tatlar

Geçen hafta sonu gezip dolanmasından birkaç kare. Dağlar, göller, ağaçlar... Sakinlik. Bana iyi geldi şehir dışı yolculuğu. Açık havada sporu sevdiğimi fark ettim yine. Zoraki olunca spor da sevimsizleşiyor. Yürüyüş ve menisküs çakıştığından, havuz arayışlarıma dönüşümlü bir alternatif öneriyor arkadaşım. Bfit. Mantıklı. Zira o devasa spor salonlarına milyarları yatırıp 2-3 kez gittikten sonra doğal minderinin üstüne yatanlardan olmaya hiç niyetim yok. Neyse...

İstanbul sınırlarına girince, gokart yapmak ve üstüne de araba kullanmak eğlenceliydi. Co-pilot'luktan pilotluğa geçme zamanın gelmişti, dedi bey. Pek sevdi, yine yapacak ben derken, dönüş yolunda kaşkolu motora takılınca feci halde can veren kızın haberini okuyoruz. Akıl alacak gibi değil. Zavallı kız... Dehşete kapılıp gokart mevzusunu kapatıyoruz. 

 
 


6 Şubat 2013 Çarşamba

Holly was a swimmer

Doktor, spor olarak yüzme önerdiğinden beri düzgün havuz arıyorum İstanbul'da. Öyle milyarlık salonlara kaydolasım yok, ama havuzdan hastalık kapmak filan da istemiyorum. Malum, bir sürü insanın girdiği durgun su vs vs... Temiz olsun, kalabalık olmasın, kimse havuza işemesin, herkes duşunu alsın; budur dileğim.

Normalde yüzmeye de denize de bayılırım, ama pek havuz insanı sayılmam. Sıkıldığım araştırma işini beyle sportif bir arkadaşımıza bıraktım, tez vakitte bonemi gözlüğümü alıp başlayabilirim umarım. Okul yıllarından beri gerçek anlamda spor yaptığım yok. Lisanslı olarak kayak ve basketbolla uğraşmıştım yıllarca. Şimdi, anca serbest yürüyüş.

Çocuklukta spor keyifli bir şeyken, ileride zorunluluğa dönüşmesi fena. Ama menisküstü, kıkırdaktı oydu buydu derken, iş mecburiyete bindi. Sağlık için... Sonra gazetede gördüğüm çocukcağız geldi aklıma, üzüldüm haline. Sahibesi Dani Lawhorne yeterince egzersiz yapmadığını düşünüp zavallı Holly'yi can yeleğiyle yarım saatlik seanslar halinde yüzdürüyormuş. Çünkü kendisi oyuncaklarla oynamaktan da, hareket etmekten de hoşlanmıyormuş. Su ve kedi bir arada, cık. Suratından belli değil mi? Mutsuz!

Fotoğraf: A cat and water for exercise sound like a recipe for disaster, but not when it comes to Holly, a cat in Northern Virginia. Holly's owner was worried that her cat wasn't getting enough exercise. Holly didn't like playing with toys, wasn't interested in cat nip, didn't want to exercise. 

'Since she’s comfortable in bath water, if I placed her in the pool'... see a video of Holly swimming here: http://bit.ly/VFwals

It's good to see that the owner took small steps to ensure Holly isn't terrified in water, before doing this. How much does your cat tolerate water?

Catbook
"8 kilo olabilirim ama bunları hak etmiyorum"

4 Şubat 2013 Pazartesi

Küçük şeyler

İstanbul'a dönüş yolunda gazetelere göz atarken dikkatimi çekti. Ece Temelkuran, yeni kitabı çıktığı için cumartesi-pazar demeden neredeyse herrr hafta sonu ekine röportaj vermiş. Hepsine neredeyse aynı şeyleri söylemekten sıkılmaz mı insan? Neyse, Asu Maro'yla olan röportajındaki şu cümle aklımın bir köşesinde asılı kaldı ve hoşuma gitti:

"Hayatımda böyle iyi insanlar olsun istiyorum ve her şey küçük ama anlamlı olsun istiyorum."

Hafta sonu güzel bahar havasında İstanbul dışına kaçabilmişken beyle, bu cümle eşlik etti hep. Çok şey değil istediğim, küçük ama anlamlı mutluluklar yetiyor. Sevdiğim iyi insanlarla sevdiğim şeyleri yapabilmek...

Küçük ve anlamlı şeyler demişken, Saçaklı hanımdan çok güzel  bir hediye geldi geçen hafta postayla. Annesiyle beraber uğraşıp hazırladıkları, el yapımı kumaş zarf için tekrar teşekkür ediyorum buradan. Çook beğendim ve mutlu oldum! Kalemkutusu yaptım hemen. Birinin size böyle bir şey hediye etmesi zaten şahane, bir de emek verip elleriyle yapmaları daha da anlamlı. Gülten Akın'ın "İlkyaz"da dediği gibi "Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya" Anne-kız harikasınız :)



Bunlar da bu ara gelen Postrossing kartpostallarından hoşuma gidenler. Hollanda, İtalya, Finlandiya, Tayvan, Rusya ve  Almanya'dan düştüler yola. Sevdiğim şeyler var hepsinde: Kediler, yüzmek, çikolatalı pasta ve çakıltaşları...






1 Şubat 2013 Cuma

Doğadan

Şubat'ın gelişini "Yaşasın bahar yaklaştı, oyh!" diye sevinçle karşılıyor ve Sebastião Salgado'nun objektifinden doğa fotoğraflarını şuracığa konduruyorum.

http://behance.vo.llnwd.net/profiles21/1972747/projects/6382461/0f11663c7164c19fad90a7ae2ea1681a.jpghttp://25.media.tumblr.com/tumblr_m0blnpHEQl1r44q44o1_1280.jpg
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtcfjF90bCj1Aq6moCY8FUuN550csm3GfH1wG6ts1Erkq2DqR4pNYiRf7P-xnwjuqwVF1rBR-_2FXNEB7TRXSUAoWgAcK-n1O9u-9lHHstSMaJfTLN2utQXxceAthUjbndT479VFtQ86NY/s1600/sebasti%25C3%25A3o+salgado+1.jpghttp://domeupontodevista.files.wordpress.com/2010/02/sebastiao-salgado-2.jpghttp://www.onetag.it/blog/wp-content/uploads/2012/05/tumblr_lgzs8qghDe1qzfye6o1_1280.jpg